Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Six Degrees of Separation

IMDB: 6,9
Allmovie: 4,5/5 yıldız
Rotten Tomatoes: % 90
Manalı Filmler: 8,5

John Guare’ın metni çok şaşırtıcı: Yoğunluğuyla da, işlediği temalar açısından da, ulaştığı seviye bakımından da…

Bir akşam resim simsarı Flan ve eşi Louisa’nın kapıları çalınır: Çocuklarının üniversiteden arkadaşı olan Paul yaralı vaziyette gelir, onlardan yardım ister. Tanışır, Paul’un ünlü oyuncu Sidney Poitier’in oğlu olduğunu öğrenince sevinirler. Delikanlıyı ısrarla misafir ederler, hoş bir akşam geçirilir. Fakat kısa zaman sonra Flan ve eşi çocuklarının Paul’u tanımadığını, Poitier’in hiç oğlu olmadığını ve daha acayibi birkaç dostlarının daha aynı mizansenle karşılaştığını öğrenirler. Ama evlerden bir şey çalınmamıştır, dolayısıyla ortada bir muamma vardır: Paul kimdir, amacı nedir?

Bir oyundan uyarlandığı için senaryo yoğun diyalog içeriyor, repliklerin çoğu mana bakımından çok derin, üstelik onlarca aydın ve sanatçıdan söz ediliyor, bazılarından alıntı yapılıyor. Tüm bunlar birlikte düşünüldüğünde Guare’ın modern toplum yapısını, özellikle de burjuva aydınları eleştirdiği, “Altı Derecelik Ayrılık” teorisini bu amaçla kullandığı ortaya çıkıyor. Metnin en dibinde “Dünya bu kadar küçükken siz böyle mi yaşıyorsunuz?” sorusu gizli sanki.

Örneğin Paul, en önemli eğitim kurumlarından biri olduğu kabul edilen Harvard’ı şöyle tarif ediyor: “Herkes durağan ve lüks bir umutsuzluk, sabit keşif ve felç içinde.” Yine Paul’un ünlü Salinger romanı “Catcher in the Rye / Gönülçelen” ve Beckett oyunu “Waiting For Godot / Godot’yu Beklerken”in de insanlığın içinde bulunduğu felç halini anlattığını söylemesi ve Jung’dan “En büyük günah bilinçsizliktir” cümlesini alıntılaması eleştirel çerçeveyi tamamlıyor.

Oysa örneğin Flan, işi gereği Kandinski’yi de çok iyi tanıyor. Eserleriyle 20. yüzyıl sanat ortamını değiştirmiş bu Rus ressamdan alıntılar yapıyor, en ünlü tablosu evinin baş köşesinde ama Kandinski’nin sanatın amacının “insan ruhunu arıtıp harekete geçirmesi olduğunu” savunması üzerinde hiç durmamış, buradaki anlamı idrak edememiş. Flan ve diğer film karakterleri manevi değerlere o kadar sırt çevirmişler ki, hayatı çok sınırlı yaşıyorlar, çocuklarıyla bile ilişkileri mesafeli ve sorunlu. O nedenle Louisa’nın filmin sonunda –yalancı ve sahtekar olduğunu artık iyi bildiği- Paul için: “Birkaç saatte çocuklarımızın bizim için yaptıklarından çok daha fazlasını yaptı” demesi çok trajik.

Filmin oyunculuk seviyesi de en az metnin kendisi kadar olağanüstü. Özellikle güzel insan Will Smith’in etkili performansı, önemli ve zengin bir aileden gelmeyen bir delikanlının “birisi” olmak istemesindeki trajediyi çok iyi yansıtıyor.

Meraklısına:
Oyun İstanbul Şehir Tiyatroları’nca “Altı Derece Uzak” adıyla sahnelenmiş.

Filmde üniversiteli gençlerden Doug’u oynayan ve sadece iki sahnede görünen J. J. Abrahams yıllar sonra yapımcı ve yönetmen olarak ünlendi, özellikle “Lost”la büyük başarı kazandı. Yarattığı “Six Degrees” isimli TV dizisi de –aynen “Lost” gibi- Altı Derecelik Ayrılık temasını işliyordu...

Birkaç sahnede görünen Kandinski tablosunun temel özelliğini Flan şöyle açıklıyor: “Kanvasın iki tarafına birbirinden çok farklı tarzlarda iki resim yapmış, biri vahşi ve hayat dolu, diğeri geometrik ve kasvetli.” Flan tabloyu çevirip iki tarafını sırayla gösterirken Louisa resimleri adlandırır: “Kaos” ve “Kontrol”…
Yaşamın iki yüzü gibi…

Ödülleri:
En İyi Kadın Oyuncu dalında Oskar ve Altın Küre adaylığı.

İlgili film:
"Serendipity" (Peter Chelsom, 2001)

Seçme replikler:
Paul: “Hayal gücünün değeri çok düştü, yaratıcılık olarak görülmeye başlandı, oysa o varoluşumuzun temel taşıdır. (…) Hayal gücünü en kişisel bağlantımızdan, iç dünyamızla, dışarıdaki dünya arasındaki bağdan çıkarıp attık (…) Hayal gücü kendimizin yarattığı bir pasaporttur, gerçek dünyaya geçmemizi sağlayan (…) Kendimizle başa çıkabilmek için gözlerimizi bağlıyoruz çünkü kendinle yüzleşmek zor. Oysa hayal gücü kendimizi incelememizi katlanılabilir kılan bir Tanrı armağanıdır”…

Louisa: “Bu dünyadaki herkesin başkalarından sadece 6 kişiyle ayrıldığını okumuştum bir yerde (…) bu kadar yakın olmamızı inanılmaz rahatlatıcı bulmuştum. Ama aynı zamanda bu yakınlık Çin işkencesi gibi bir şeydi.”

Paul: “Yaşanılan her an bir öğrenme deneyimidir. Başka ne işe yarar ki?”

Flan’ın kızı Tess (babasına): “Evlenip Afganistan’a gideceğim. Hayatımı mahvedeceğim. Olmamı istediğin her şeyi kaldırıp atacağım. Çünkü bu sana acı çektirmenin tek yolu”.

Louisa (Paul için): “O biz olmak istedi. Her şeyimiz. Hayatımıza girebilmek için kendini bıçakladı (…) Ama biz onu bir anekdota dönüştürdük, yemek sohbetine, şu an yaptığımız gibi! Oysa tüm yaşadıklarımız tecrübeydi.”

Paul (son replik): “Kanvas… Kanvasın iki yüzüne de resim yapılmış”…

Six Degrees of Separation
Yönetmen: Fred Schepisi
Senaryo: John Guare (Aynı adlı kendi oyunundan)
Yapımcılar: Arnon Milchan, Fred Schepisi
Oyuncular: Stockard Channing (Louisa Kittredge), Will Smith (Paul), Donald Sutherland (Flan Kittredge), Ian McKellen (Geoffrey Miller), Mary Beth Hurt (Kitty), Bruce Davison (Larkin), Heather Graham (Elizabeth)
1993 ABD yapımı, 112 dakika

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder